HAVA MODELLERİ VE RADAR İÇİN TIKLAYINIZ

Konuyu Oyla:
  • Toplam: 0 Oy - Ortalama: 0
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
KISSADAN HİSSE HİKAYELER
Saray yolunda taş
Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuş, geçenleri izlemek için...
Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer gelmişler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girmişler. Pek çoğu kralı eleştirmiş: "Halkından bu kadar vergi alıyor ama yolları temiz tutamıyor" diyerek...
Sonunda bir köylü çıkagelmiş. Saraya meyve ve sebze getiriyormuş. Sırtındaki küfeyi yere indirip iki eli ile kayaya sarılmış ve ıkına sıkına itmeye başlamış. Sonunda kan ter içinde kalmış ama kayayı da yolun kenarına çekmiş. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereymiş ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu görmüş. Açmış ki bir de ne görsün, kese altın doluymuş. Bir de kralın notu varmış içinde...
"Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diye yazıyormuş notta.
Cevapla
Matematiği sevmeyen bir öğrenci ders sırasında uyumaktadır. Tenefüs zili çalınca uyanır! Tahtada gördüğü soruyu problemi ev ödevi sanarak defterine kaydeder. Eve döndüğünde uzun süre uğraşır ama bir türlü soruyu çözemez. İyice hırslanır defalarca dener ve bir şekilde soruyu çözer. Bir sonraki derste öğretmenine ev ödevini gösterip kontrol etmesini ister. Öğretmen şaşkındır, çünkü tahtaya yazdığı problem matematik tarihinde çözülemeyen problemlere örnektir! Derste uyanan öğrenci o sorunun şimdiye kadar çözülemediğini bilmediğinden defalarca denemiş sonunda çözebilmiştir. Kahramanımız büyük bir iş başarmıştır, çünkü o işin başarılacağını duymamıştır. Diğer öğrenciler sorunun çözülemeyeceğini bildiğinden, tecrübelerine dayanarak 'mantıklı ve gerçekçi ' hareket edip hiç bir şey yapmamıştır. Çığır açan işler başaran, tutkulu ama tecrübesiz birçok insanın başarı sırrı bir cümleyle özetlenebilir. BAŞARDILAR, ÇÜNKÜ BAŞARAMAYACAKLARINI BİLMİYORLARDI.
.
Cevapla
Hz. Ebubekir bir gün yolda giderken iki küçük çocuğun bir ceviz için kavga ettiğini görür. Hemen çocukların yanına gider ve onları ayırır.
Sonra ceviz eline alır ve kardeş payı yapmak için bir taş ile cevizi kırar.Ancak ceviz boş çıkar.
Sonra çocuklara dönerek ;
Biliyor musunuz? Uğruna kavga ettiğimiz dünya bu işte...
Forum Atmosfer
                             
          https://twitter.com/Kar_Tahmincisi
Cevapla
Nalıncı Memi Dede hikayesini bilmem bilir misiniz? Aslında hikayeden ziyade gerçeklik payı olduğu da söyleniyor.Çok sevdiğim hikayelerden biridir.Osmanlı sultanı 3.Murad döneminde geçiyor.Biraz uzun gelebilir belki ama okuyun derim

''Anlatılır ki: Memi Dede, öldüğü gece Sultan III. Murad‘ın rüyasına girer ve şöyle seslenir:

– Cenaze namazımı Fatih Camii’nde kılmaya hazırlan. Beni evimde toprağa ver. Üzerime bir türbe, yanıma bir tekke ve bir çeşme yaptır. Dünyadan elli sene su içtim.”

Sultan III. Murad Han yukarıda bahsedilen rüyayı gördüğü günün sabahı, bir anlam veremediği bu rüya dolayısıyla tuhaf bir hal içindedir. Vezir- i âzam Siyavuş Paşa padişahın bu halini görünce merak eder ve sorar:

– “Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?”

Padişah:
– “Akşam garip bir rüya gördüm.” der.

Vezir:
– “Hayırdır inşaallah efendim!?”

Sultan Murad Han:
– “Hayır mı, şerr mi öğreneceğiz inşaallah!. ”

Vezir:
– “Nasıl yani?” diye sorar.

Padişah vezire:
“Hazırlan, dışarı çıkıyoruz. ”

Tebdil-i kıyafet ederek iki molla kılığında çıkarlar yola. Sultan Murad hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir. Seri, kararlı adımlarlaBeyazıt’a çıkar, döner Vefa’ya, Zeyrek’ten aşağıya inip Unkapanı civarında durur. Etrafına dikkatle bakınır.

İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar. Tebdil-i kıyafet içindeki Padişah çaktırmadan oradakilere sorar:
– “Kimdir bu yerde yatan?”

Ahali:
– “Aman hocam hiç bulaşma, ayyaşın sefilin biri iste!”

Padişah:
– “Nerden biliyorsunuz öyle olduğunu?”

Ahaliden biri atılır:
– “Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuzdu.”

Bir başkası ayrıntıya girer:
– “Biliyor musunuz, aslında iyi sanatkârdı. Nalının (ayakkabının) hasını yapardı. Ancak kazandıklarını içkiye, fuhşa harcardı. Hem şişe şişe şarap taşırdı evine… Hem de nerde namlı, mimli kadın varsa takardı peşine ve evine götürürdü.”

Ahali içinde yaşlı biri oldukça öfkelidir ve söze karışır:
– “İsterseniz komşulara sorun bakalım, onu bir cemaatte gören olmuş mu?”

Bunları anlattıktan sonra mahalleli döner ardını çekip gider. Bizim tebdil-i kıyafet mollalar kalırlar cenazenin başında tek başına…

Tam vezir de toparlanıyordur ki, Sultan Murad onun yolunu keser:
– “Dur vezir nereye?” der.

Vezir Siyavuş Paşa:
– “Bu adamdan uzak durmak istersiniz diye düşündüm Sultanım.”

Padişah:
– “Hayır olmaz öyle şey! Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem. Ama biz gidemeyiz, rüyamın bir hikmeti olmalı.. Hem şöyle veya böyle halkımızdır. Defin işini tamamlamak gerek,” der.

Veziri:- “İyi
ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.” der.

Padişah vezirine itiraz eder:
– “Olmaz vezir, rüyadaki hikmeti çözemedik daha…”

– “Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?” diye sorar vezir..

Padişah:
– “Mollalığa devam edeceğiz. Cenazeyi kaldırmalıyız.” der.

Vezir şaşkınlık içinde:
– “Aman efendim, nasıl kaldırırız?” diye sorar.

Padişah:
“Basbayağı kaldırırız işte!” diye çıkışır.

Vezir bunun çok zor olacağı konusunda Sultan Murad’ı ikna etmeye çalışır:
– “Yapmayın, etmeyin Sultanım, bunun yıkanması, paklanması var. Kefenlenmesi, gömülmesi falan…”

Padişah vezirin sözünü keser ve:
– “Merak etme, ben hallederim hepsini…” der.

Vezir bakar ki Padişah kararlı:
– “Şurada bir mahalle mescidi var ama, bilmem ki?!!” diye kararsız düşünürken Padişah:

– “Fatih Camii’nde kılacağız namazını” der.

Çünkü rüyasında böyle denmiştir kendisine… Ve gelirler camiye… Vezir sağa sola koşturur. Kefen, tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa… Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar, ki nâş ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında. Yüzü sarhoşlara benzemez. Hem mânâlı bir tebessüm okunur dudaklarında. Sultan Murad’ın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de tabii ki. . .

Böylece meçhul ayakkabıcıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar, namazını kılarlar. Sıra gelir defin işlemine… Vezir sorar:

“Sultanım, nereye defnedeceğiz?”

Padişah:
“Evinin bahçesine.. Sen bir koşu gidip adresini araştır, öğren gel” der…

Vezir sorar soruşturur ve evin adresi öğrenilir. Cenazeyi yüklenip giderler. Eskimiş küçük bir ahşap evin kapısını çalarlar. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Kadına kocasının öldüğünü alıştırarak haber verirler. Kadın sanki bu vefatı bekler gibidir. Ama yine de gözyaşlarını tutamaz.

Neden sonra Padişaha:
“Hakkını helâl et evladım. Belli ki çok yorulmuşsun.” der.

Padişah:
– “Helal olsun.. Ama bahçenizde bu cenazeyi defnecek yer var mı?” diye sorar…

Yaşlı kadın:
– “Evet, bizim bey mezarını kazıp hazırlamıştı. ‘Beni buraya defnetsinler hanım’ demişti.”

Bunun üzerine Padişah ve veziri cenazeyi bahçede kazılan yere defnederler. Defin işlemi bitince Padişah yaşlı kadına:

– “Bana biraz rahmetliden söz eder misiniz?” der.

Yaşlı kadın tabii dercesine hüzünle sallar başını ve anlatmaya başlar:
– “Evladım, rahmetli bizim efendi bir âlemdi, vesselâm… Akşamlara kadar ayakkabı yapardı. Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip helâya dökerdi.”

– “Niye?” diye sorar Padişah…

Yaşlı kadın:
– “Müslümanlar içmesin diye. . . ”

Padişah şaşkınlık içinde:
– “Hayret!!..” der.

Yaşlı kadın devam eder.
– “A oğul bu da bir şey mi? Başka tuhaf şeyler de yapardı.”

Padişah merakla:
– “Ne gibi?” diye sorar.

Yaşlı kadın:
– “Nerede malûm kadınlardan bulsa, hemen ücretlerini öder, eve getirirdi. ‘Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım. Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek….” deyip, bana da onlara dinimizin gereklerini anlatmamı tembih eder ve evden çekip giderdi. Sabaha kadar o kadınlara dinimizin vecibelerini anlatırdım”

Sultan Murad Han iyice şaşkınlık içinde kalmıştır.

– “Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki… ” diye söylenir.

Yaşlı kadın:
– “Evladım, milletin ne sandığı umurunda değildi ki onun… Zaten namazı da mahalleliyle kılmaz, uzak mescidlere giderdi. ‘Öyle bir imamın arkasında durmalı, ki Tekbir alırken Kâbe’yi görmeli’ derdi…”

Sultan Murad Han rüyasının hikmetini yavaş yavaş anlamaya başlamıştır. Ama yaşlı kadının sözünü kesmez. Kadın devam eder:

– “Hatta bir gün ona; ‘Bana bakasın efendi! Sen böyle yapıyorsun, ama dedikodular aldı başını gidiyor. Komşular kötü belleyecek seni, inan cenazen kalacak ortada’ demiştim”… O da ‘merak etme hanım, kimseye zahmet vermeyiz. Mezarımı bahçeye kazdım, oraya defnedersiniz’ demişti.

Ben de ona; ‘ İyi de seni kim yıkasın, namazını kim kılsın, kim kaldırıp gömsün?” dedim”

Padişah konuşmanın burasında çok heyecanlanır ve sorar:
– “Peki o ne dedi?”

Yaşlı kadın:
– “Önce uzun uzun güldü, sonra da dedi ki; ‘Allah büyüktür hatun,hem padişahın işi ne?…”

NOT:Memi Dede, gerçekten evinin olduğu yere gömülür. Gereken yapılır. (Evliya Çelebi – Seyahatname’sinden)
''GULYABANİ VARDIR''
Cevapla
GERÇEK BİR ÖYKÜ...

Diyarbakır’ın bir dağ köyünde ilköğretimde görev yapan öğretmen Ahmet S. Matematik dersinde;
– Bir kasada şu kadar çilek varsa, 10 kasada kaç çilek vardır? Diye öğrencilerine bir soru soruyor.
Öğrenciler:
– Öğretmenim çilek ne? Diyorlar.
Öğretmen:
– İşte çocuklar çilek.
– Biz hiç çilek yemedik. diyorlar.
Bunun üzerine öğretmen pes etmiyor, oturup Bursa’daki tarım firmalarına toprak numunesi yolluyor ve diyor ki;
– Bu toprakta çilek yetişir mi ? diyor.
Bursa’daki firmalardan cevap geliyor.
– Evet Diyarbakır şartlarında çilek yetişir.
Mektubun yanında çilek fideleri ve yetiştirme şeklini anlatan bir tarif yolluyorlar. Öğretmen öğrencilere okuyor nasıl yetiştirileceğini, çıkarıyor bahçeye ve diyor ki:
– Bu sene size matematikten sınav yok.
Öğrenciler:
– E nasıl not alacağız öğretmenim?
Hepsine bahçeyi kazdırıp, çilekleri diktirip, can sularını verdikten sonra her birine dörder çilek fidesi verip:
– Şimdi gideceksiniz evinize anne babanıza ben size nasıl öğrettiysem sizde onlara öyle öğreteceksiniz.
Çocuklar gidiyorlar evlerine hepsi anlatıyorlar ve çilekleri dikiyorlar ve öğretmen diyor ki:
-Çilek mevsimi gelince getireceksiniz tabakta on tane çileğe bir not alacaksınız.
Çocuklar tabaklarla getiriyorlar çilekleri sayıyor öğretmen çilekleri eksik olanlara da tam not veriyor ve sonra diyor ki:
– Çocuklar nasılmış tadı?
Öğrenciler:
-Valla ucunda not vardı diye yiyemedik.
– Hadi bakalım yiyin. Diyor öğretmen.
Çocuklar ağızlarını burunlarına bulaştıra bulaştıra yiyorlar çilekleri. Aradan iki yıl geçtikten sonra çilek girmemiş o köyün halkı şu anda Diyarbakır’ın pazarında çilek satıyor...

Öğretmen olmak bu işte gerçekten… Tahtada müfredat anlatmak değil… Bulunduğun yere bulunduğun ülkeye bir şeyler katabilmek.
.
Cevapla
Tren Kaçtı






Üç arkadaş tren istasyonuna gitmişler. İçlerinden biri gişeye yaklaşıp bilet almış ve trenin kalkmasına ne kadar zaman olduğunu sormuş.



– Bir saat on beş dakika…



Arkadaşlarına dönmüş:



– Daha çok var, hadi gidip şu karşıki kafede  çay içelim… Oradan buradan derken lâf lâfı açmış… Birden tren düdüğüyle kendilerine gelmişler. Koşarak dışarı fırlamışlar ama, nafile… Tren kaçmış…



Sormuşlar:



– Sonraki tren ne zaman?



– Bir buçuk saat sonra…



Yine dönmüşler kafeye. Yine çay, yine lâf ve derken yine düdük sesi… Koşmuşlar ama bu defa da treni kaçırmışlar. Bir saat sonra bir tren daha varmış. Dönmüşler kafeye… Ama bu kez uyanık duruyorlar. Trenin sesini duyar duymaz kalkmışlar ve koşmaya başlamışlar. İçlerinden ikisi; biri bir vagona, diğeri başka vagona zar zor yetişmiş… Üçüncü ise geride kalmış ve yetişememiş… Bir süre dövündükten sonra başlamış katıla katıla gülmeye. Durumu gören istasyon memuru dayanamayıp sormuş:



– Hem treni kaçırdın hem gülüyorsun!





– Nasıl gülmeyeyim!… Onlar beni uğurlamaya gelmişti…
Cevapla
EV HEDİYESİ

Evlendiğimden beri annem evime ilk defa geliyordu. Daha önce eşya yerleştirmeye gelmişti ama bu başkaydı. Evimi güzelce temizleyip yemekleri yaptım. Öğleye 1 saat kalmıştı neredeyse gelir derken. Zil çaldı ve annem geldi.

Ev hediyesi diye bir de hediye getirmişti. Paketi açınca şok geçirdim, içinden kullanılmış sünger çıktı.

Sordum anneme senin yatak odandaki aynanın üzerinde duran sünger mi bu? diye, evet dedi. Evde temizlik bezleri vardı ama bunu da kullanırım dedim.

Annem bunu kullan diye getirdim ama temizlikte kullan diye değil dedi..

Yaa peki nasıl kullanacağım dedim geçmişe sünger çekmek için kullanacaksın dedi. anlamamıştım.

Anneannem ve dedem hep kavga ederlermiş anneanneme dedem geçmişe bir sünger çek dermiş ama anneannem bunu hiç yapamazmış. Dırdırları ile dedemi bıktırırmış.

Peki neden kadınlar geçmişe sünger çekiyor da erkekler çekmiyor dedim anneme annem çünkü erkekler unutkandırlar geçmişi hatırlamazlar kadınlar ise hassastır kendilerini üzen hiçbir şeyi unutmaz aklına geldikçe acı çeker ve etrafındakilere de acı çektirirler dedi.

Anneannem de hatasının farkında olduğu ama düzeltemediği için anneme nasihat amacıyla onun ilk evlendiği zaman ev ziyaretine bu hediye ile gitmiş.

Bize yaptığın taze kuru fasulye ve pilavını afiyetle yedik karnımız doydu dedi.
Ama bayat yemeği önümüze çıkarsan keyifle yiyemez tam doymadan kalkardık dedi.
Evlilikte böyle bişey işte yavrum geçmiş konuları bayat yemek gibi ısıtıp getirirsen bir kaç ısıtmadan sonra tadı kaçar karın doyurmaz hale gelir. Ama geçmişe sünger çekersen tadınız hiç kaçmaz.
.
Cevapla
BİR KAZ GÖNDERSEM YOLAR MISIN?

Çok soğuk bir kış günü, padişah, tebdili kıyafet gezmeye karar vermiş. Yanına başvezirini alıp yola çıkmış. Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş.

Padişah, ihtiyarı selâmlamış:
"Selamünaleyküm ey pir'i fani..."

"Aleykümselam ey serdar'i cihan..."

Padişah sormuş.
"Altılarda ne yaptın?"

"Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor..."

Padişah gene sormuş.
"Geceleri kalkmadın mı?"

"Kalktık. Lâkin, ellere yaradı."

Padişah gülmüş.
"Bir kaz göndersem yolar mısın?"

"Hem de ciyaklatmadan..."

Padişahla başvezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar.

Padişah başvezire dönmüş,
" Ne konuştuğumuzu anladın mı ?" diye sormuş.

"Hayır padişahım..."

Padişah sinirlenmiş.
"Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım."

Korkuya kapılan başvezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telâşla dere kenarına dönmüş. Bakmış adam hâlâ orada çalışıyor..

"Ne konuştunuz siz padişahla? ..."

Adam, başveziri şöyle bir süzmüş.
"Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim."

Başvezir, yüz altın vermiş.
"Sen padişahı, serdar'i cihan, diye selâmladın. Nasıl anladın padişah olduğunu?"

"Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi."

Vezir kafasını kaşımış.
"Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne demek?"

Adam, bu soruya cevap vermek için de yüz altın almış.

"Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da kış çalışmazsak, otuz iki dişimize yemek bulamıyoruz dedim."

Vezir bir soru daha sormuş...
"Geceleri kalkmadın mı ne demek?"

Adam yüz altın daha alarak cevaplamış: "Çocukların yok mu diye sordu. Var, ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar, dedim."

Vezir gene kafasını sallamış.
"Bir de kaz gönderirsem yolar mısın dedi, o ne demek..."

Adam gülmüş. "Onu da sen bul..." Smile
.
Cevapla
Kırlangıçın hikayesi
Kırlangıcın biri birgün bi adama aşık olmuş.Hergün pencerenin önüne gelir onu izlermiş.
Birgün bütün cesaretini toplamış ve adama hey adam ben seni seviyorum uzun zamandır, seni izliyorum, demiş. Adam, "Saçmalama sen bir kuşsun ben ise bir insan durduk yere sende nereden çıktın?" diye bunu içeri almamış, pencerenin önünden kovalamış. Kırlangıç yine gelmiş, "Tamam seni hiç rahatsız etmicem, demiş sadece çok iyi dost olalım." Adam yine kabul etmemiş ve kovalamış. Kırlangıç tekrar gelmiş, "bak demiş, hava çok soğuk seninle çok iyi arkadaş olalım, beni içeri al soğukta donacağım. Sıcak ülkelere göç etmek zorunda kalacağım, lütfen beni içeri al." demiş. Adam yine almamış.
Kırlangıç çok üzgün bir şekilde başını önüne eğmiş ve gitmiş. Aradan çok zaman geçmiş, adam pişman olmuş. Yaz gelmiş, diğer kırlangıçlara sormaya başlamış; ama gören olmamış. Sonunda danışma ve bilgi almak için bilge bir kişiye gitmiş, olaları anlatmış. Bilge kişi demişki: "Kırlangıçların bütün ömrü altı aydır. Hayatta bazı fırsatlar vardır sadece birkez elinize geçer; değerlendiremezseniz uçup gider.
Hayatta bazı insanlar vardır, sadece bir kez karşınıza çıkar; değerini bilmezseniz kaçıp gider ve asla geri gelmez. Dikkatli olun, farkında olun. Bir düşün bakalım acaba sen farkında olmadan bugüne kadar kaç kırlangıç kovaladın."
Cevapla
Nur yüzlü bir ihtiyar, Belh ülkesinin şanlı hükümdarı İbrahim bin Ethem'in muhteşem sarayı önünde durdu. Kapıdaki nöbetçiler, yanına yaklaştılar,
"Ne arıyorsun ihtiyar?" diye sordular.
- Ben yolcuyum. Bu gece konaklayacak bir kervansaray arıyorum.
- Yanlış gelmişsin baba. Burası kervansaray değil, hükümdarımızın sarayıdır.
Nur yüzlü ihtiyar ısrar etti:
- Burada gecelemek istiyorum, Tanrı misafiriyim.
Nöbetçiler ne dedilerse onu ikna edemediler. Sonunda hükümdara durumu bildirdiler.
İbrahim bin Ethem, "Gelsin bakalım tanıyalım şu ihtiyarı" dedi ve içeriye buyur etti. Ona sordu:
- Burası benim sarayım. Sen nasıl hükümdar sarayını kervansaray diye küçümseyebilirsin?
- Nöbetçilerin anlamadılar, sen de anlamıyorsun.
Burası kervansaraydır, istersen sana ispatlayayım.
- İspatlarsan seni burada misafir ederim.
Yoksa, cezaya çarptırırım.
İhtiyar sorularını sormaya başladı:
- Kaç zamandır burada oturuyorsun?
- 3 yıldır.
- Senden önce kim oturuyordu?
- Babam; 10 yıl oturduktan sonra vefat etti.
- Peki ondan önce kim, ne kadar oturdu?
- Dedem, o da 2 yıl hükümdarlık yaptıktan sonra öldü.
- Senden sonra kim oturacak?
- Herhalde oğlum oturur.
Bu cevaplardan sonra ihtiyar güldü ve sözlerini şöyle sürdürdü:
- Sana burasının kervansaray olduğunu söylemiştim. Deden geldi kondu geçti, baban geldi bir müddet kaldı gitti. Sen geldin, sen de gideceksin, yerine oğlun geçecek.
Bu gelip gitmeler devam edecek. Kervansaraylar da yolcuların gelip gittikleri yerler değil mi?
***
Kimse dünyada ebedi kalmayacağına göre... Herkes ebedi hayat yolunun yolcusu olduğuna göre... Bütün dünya bir kervansaraydır. Yunus Emre'nin dediği gibi:
"Mal da yalan, mülk de yalan, gel biraz da sen oyalan."
Cevapla
  


Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar:
6 Ziyaretçi