ESKİ BİR İSTANBUL SABAHINDA KAR TELÂŞESİ
Köprü'nün Karaköy ayağı, Kalafatyeri-Fermeneciler'in meydana açıldığı kesim... Kar kuzeydoğudan, yani Karadeniz üzerinden, yani Poyraz'dan geliyor olmalı... Grubun ortasındaki beyin o yöne doğru şemsiyesini siper etmesi bunu gösteriyor. Zaten Haliç suyunun çizgiler halinde Unkapanı istikametine doğru kırkbeş derecelik açılarla dalgalanması da bunu doğruluyor. Demek ki hava o saatlerde oldukça soğuk. Sabah ayazında bilhassa Poyraz, insanın iliklerine kadar işler mazallah... Paltoların yakaları olabildiğince kaldırılmış, boyunlar pardesülerin, paltoların içine gömülmüş. Ayaklarda da üst üste giyilmiş çifte çorap varsa, soğuk pek işlemez insana... Poyraz, yerdeki karların bir kısmını Haliç’in sularına doğru süpürüyor çaktırmadan. Ama suhûnet (sıcaklık) eksilerde olduğundan, yerine yenileri konuveriyor anında...
Gölgelerin oluşumuna bakacak olursak, sabah mesai öncesi vakitlerdeyiz. Yüzleri bize dönük olan şahısların sûretleri, griden siyaha çalıyor. Yani sırtları önlerine nazaran daha aydınlık. Demek ki cılız da olsa güneş ışınları Sarayburnu-Kızkulesi taraflarından vurmakta ve Kalafatyeri, Fermeneciler, Azebkapının Haliç’e bakan cephe kesimini parlatmakta. Herhalde sabah sekiz-sekizbuçuk suları... Öğleden sonraysa güneş Rüstempaşa-Küçükpazar-Unkapanı üzerinden vurur ve Üsküdar-Kuzguncuk-Çengelköy-Çamlıca taraflarını aydınlatır.
Belki yoğun kar ve tipiden ötürü mesai biraz geç başlayabilir o gün için... Daire şeflerinin o kadar müsamahası vardır herhalde. Galata Köprüsü'nün üzerinde seyrüseferin yok denecek kadar az olması, hava şartlarının ağırlığından olsa gerek. Köprü'de bir tramvay motrisinden başka bir araç yok gibi. Dolmuşların ve taksilerin kıtlığına kıran girmiş adeta... Köprü'nün üzerine raptedilen direklerin tabelâlarında “Siera” reklâmları olmalı...
Fermeneciler ile Köprü'nün Karaköy ayağı arasındaki dar rıhtıma muvâzi kesimde kalan bu alan, dolmuş durakları... Buradan Cağaloğlu, Türbe, Bayazıd, Aksaray, Fatih, Çarşamba, Yedikule, Paşa ve Topkapı Kaleiçi’ne dolmuşlar hareket ediyor. Kar gece boyunca öyle yoğun inmiş ki, yerde birikenlerin erimesi bir yana; üzerine bir o kadar daha ilâve olmuş. Zaten tipinin şiddetinden Eminönü tarafı dahi görülemiyor. Sanki orta dubadan sonrası yok... Karşıda, yoğun tipiden ötürü adeta naif bir tülün ardına gizlenmiş bölge, Eminönü-Bahçekapı-Yenicami-Rüstempaşa-Yemiş tarafları...
Sağda, ileride ponton iskeleye bağlı duran minik vapur, “7” numaralı “Köprü-Kasımpaşa-Fener-Balat-Sütlüce-Eyüb”, Derûn-ı Haliç hattında kalkış saatini beklemekte... Haliç Dersaadet Şirketi’ne ait küçük ebatlı bir gemi. Belli saatlerde tâ Kâğıthane iskelesine kadar gidip-geliyor. Hemen gerimizdeyse Wagon-Lits (sonradan Denizcilik Bankası) binası ve Nordstern Han var. Daha arkalarda Minerva Han ile Voyvoda (Bankalar) Caddesi'nin giriş rampası... Karşımızda da, kadrajın dışında Ziraat Bankası’nın o ilginç binası (Eski Wiener Bank).
Minik vapur, sabah yolcularını alarak yönünü sağa çevirecek ve yaklaşık kırkbeş dakikalık bir azimet seferine başlayacak Eyüb'e doğru... Bacasından kesif dumanlar salmadığına göre, hareket saatine henüz daha biraz var. Bacaklarına güvenip de koşturabilen rahatlıkla yetişebilir. O senelerde dış cepheleri henüz siyaha boyalı teknelerin. Köprü'nün sol dış cephesindeki iskelelerden hareket eden ve bir tanesinin silindirik bacası dahi hayal-meyal seçilebilen vapurlarsa; Şirket-i Hayriye (Boğaziçi) ve AKAY İdaresine ait (Adalar-Kadıköy-Anadolu-Yalova Postaları).
Zeminde çamurlaşma ve sulanma eğilimi yok. Düşen kar hemen tutuyor ve giderek de yükseliyor. Paçalar sırılsıklam. Akşam eve dönünce şifâyı kapanların sayısı bir hayli olacak. Allah'tan bu gibi durumlar için nane-limon ve ıhlamur var, mutfak tezgâhının üzerindeki tel dolapların dip raflarında, stok halinde. Hanımlar sağolsun, beş dakikada cezvede kaynatıverirler hemen. En azından vücudun titremesini alıverir. Bir de sobada ısıtılmış bir tuğlayı/mermer parçasını çift kat beze sarıp bacaklarınızın arasına sıkıştırarak yatağa dalarsanız, değmeyin keyfinize. O tuğla soğuyana kadar çoktan uykuya dalmış olursunuz...
Kar tipisi bu hızla devam ederse, alacakaranlık öğleden sonra, ikindiyle birlikte hızla çökecek İstanbul’a. Yenicami'nin şerefelerinden yayılan Akşam ezânının duyulmasıyla birlikte gözlerinizi Süleymaniye sırtlarına çevirirseniz, Bayazıd Kulesi'nin balkonunu çevreleyen kesimine raptedilen ışıkların "kan kırmızı" yandığını göreceksiniz. Bu, ertesi gün de karın devam edeceğini işaret etmekte. Kulede; kırmızı: kar, yeşil: yağmur, sarı: sis, mavi: açık hava olmak üzere dört farklı meteorolojik uyarı rengi vardı seksenlerin ikinci yarısına kadar... Akşama doğru alacakaranlıkta yanar, sabah ezânıyla birlikte söndürülürdü ve öngörüler hep de tutardı. Meteorolojik tahminler o yıllarda şimdikine nazaran çok daha gerçekçiydi. Abartıya yer yoktu.
Yine de ayakbileklerine kadar kara batmış onüç kişinin, içlerinden “Ahh, keşke bu gün Pazar olaydı” diye hayıflandığını hissetmek mümkün. Gerçi bizler gibi karseverler için bulunmaz bir nimet o saatlerde, orada, o hava şartları altında ayakta dikilmek dahi... Ama sıcacık yataktan uyanıp da, o soğukta, deniz kıyısında ümitsizce vasıta beklemek, herkes için pek de çekici olmasa gerek.
Günümüzde artık böyle keyifli karlar pek yok. Böyle karlar olsa da, kadrajı süsleyen o insanlar, o eski İstanbul beyefendileri yok maalesef. Sahi, nereye kaybolup gittiler?
Akın KURTOĞLU
Bu gönderiye 1 ifade bırakıldı.
Hepsini görüntüle
1
1